Selam;
Geçen sene bugün yani Matthew Shepard' ın katledildiği gün olan 12 Ekim de konuya Matthew Shepard ve Nefret Cinayetleri adı altında değinmiştim. Okumadı iseniz konuya hakim olmak adına okumanızı tavsiye edebilirim.
---
Homofobik nefretin uluslararası sembolüne
dönüşen bu Wyoming’li gencin vahşice dövülerek öldürülmesinin ayrıntılarını çok
fazla tekrarlamaya gerek yok. Ancak bu korkunç ölümünden 10 yıl sonra
Shepard’ın hayatının ve ölümünün Amerikan kültürü, toplumu ve geniş politik
ortamlarda yarattığı sürekli etkiye bakmak bir anlam ifade ediyor.
Bahislerin olabildiğine büyük olduğu bir
başkanlık seçiminden çıkmışken hareketimizin şu anki konumunu daha iyi anlatan
bir hikaye olamaz.
Bunu yapmak için de bir eşcinsel
cinayetine verilmiş benzersiz ve tekrarlanmayacak olan medya ve toplum
tepkisine göz gezdirmek gerek. Ayrıca Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve
Transseksüel (LGBTT) kimselere karşı sürekli işlenen nefret suçları
salgını kapsamında bizim verdiğimiz tepkiyi de incelemeliyiz.
Cinayetten 10 yıl sonra
Analiz yapmak çok kolay. Cinsel yönelim ve
cinsel kimliği de içine alan herhangi federal bir kanunu onaylatamamış
durumdayız. Wyoming’deyse henüz eyalet bazında dahi bir nefret suçları
yönetmeliği yok. Harekete dahil olan insanlar her gün çeşitli yerlerde nefret
suçlarına kurban giden insanlarla ilgili tiksindirici haberler duyuyor: Lawrence
King, Sean Kennedy, Sakia Gunn, F. C. Martinez ve Amancio
Corrales son dönemlerde bu listeye giren isimler.
Olaylar listemize, döndükleri zaman
evlerini alevler içinde ve merdivenlere “Geber İbne” yazılmış olarak bulan
Orlandolu bir çift; ve lezbiyen bir annesi olduğu için sınıf arkadaşları
tarafından alay konusu olan sekiz yaşında bir kız da dahil.
“Öteki” hissine sahip olmak çoğumuz için
hala değişmez bir vasıf, mümkün olduğunca asimile olan ve herkes gibi sıradan
birer vatandaş olduğunu söyleyenler için bile.
Daha iyimser bir analizse 1990’ ların
sonunda ve 2000’ lerin başında tanık olduğumuz kültürel görünürlük dalgasının
eşsiz bir değişim getirdiği yönünde olacaktır.
Dünya kim olduğumuzu daha önce hiç
görmediği kadar dayanıklı bir tavır içerisinde görüyorsa da LGBTT topluluğunun
çeşitliliği yeteri kadar fark edilmiyor. Her ne kadar federal kazançlardaki
eksiklikler, üstesinden gelinmesi yıllar alacak büyük bir sorun teşkil ediyor
olsa da California ve Massachusetts’te artık evlilikler gerçekleştirebiliyoruz.
2008’i göz önünde bulundurmadan önce
1998’e ve LGBTT politika ve kültürünün bugünkü durumuna bir göz atmak gerekir.
1998’de ülke hala, James Byrid’in Temmuz’ daki sürüklenerek öldürülmesinin
şokunu yaşıyordu. Ayrıca 1998’ de Matthew’un ailesine telefon edip başsağlığı
dileyen bir başkana sahiptik. Son dönemlerde yaşanan bir olayın kurbanı olan
Lawrence King’ in ailesi ise şu anki Amerika başkanından böyle bir telefon
almanın hayalini bile kuramaz.
Gerçekten de son 7 küsur yıldır Beyaz
Saray’dan bu tür bir telefon edildiğine tanık olunmadı.
İnsanlar tepkiliydi, hem de çok
The Laramie Project’in yazarı ve yönetmeni Moisés
Kaufman Clinton’la geçirilen altı senenin ve artan toplum
görünürlüğünün ardından 1998’ de ülkenin nihayet bizim sorunlarımızı
konuşabilecek düzeye geldiğini belirtiyor. Bu, Shepard’ın ölümü üzerine en
şiddetli / güçlü sanat eserini yaratmış olan birisinden gelen kendi değerlerine
sahip bir iddia. Siz buna “kıvılcım anı” da diyebilirsiniz.
Beni asıl düşündüren, o anı dışlanmış ve
az görünür olan toplumumuz için faydalı bir şekilde kullanma fırsatını
değerlendirmemiş olmamız. 1998’ de Laramie’ ye yaptığım ilk geziden 1 hafta sonra
kendimi Baltimore’da çapraşık bir cinayete kurban giden genç bir transseksüel
kadın için çıkmaz bir sokakta nöbet tutarken buldum. Sadece bir düzine insan ve
birkaç kameraydı Laramie’ye gelenler, inanılmaz kalabalık bir insan ya da medya
güruhu değildi.
Son 10 yıldır, 9 Ekim 1998’de Aile
Araştırma Kurulu basın konferansından Washington’a döndüğüm zaman olası bir
nefret suçu olarak tanımlanan olayda barbarca dayak atılmış ve yaşam mücadelesi
veren Wyoming’li bu genç çocuk hakkında gelen e-mail ve telefon bombardımanını
anlatıyorum. O zamanlar GLAAD için çalışıyordum ve bu olay kaleme aldığım ne
ilk ne son nefret suçuydu.
Fakat kesinlikle bütün o yıllar boyunca
gördüğüm en şiddetli toplum tepkisi çeken olaydı.
Birkaç saat sonra LGBTT kampus grubu
öğrencilerinin emriyle Laramie uçağına binmiştim ve medya karşısına çıkmak,
duruşmaları ve topluluk organizasyonlarını kaleme almak, ve bu olayın yarattığı
duygusal dalgalanmayı görmek için bu gidiş-dönüşleri birçok defa tekrarladım.
Daha iyi zamanlar
Hayatım boyunca beni en derinden etkileyen
şey mahkeme salonunun kapısında medyaya Aaron McKinney’nin gözü
dönmüş / çaresiz avukatlarının uzattıkça uzattıkları “gey paniği/gey korkusu”
savunmasından bahsetmekti.
“Eğer laf attılar diye her heterokseksüel
kadın o çocukların Matthew’a yaptıklarını heteroseksüel erkeklere yapsaydı
dünyada çok çok az heteroseksüel erkek olurdu” dediğimi hatırlıyorum. Böyle bir
damga – gerçekten on yıllık bir dönem olabilir mi? – bizlere şimdiye kadar
nelerin değiştiğini nelerinse aynı kaldığı yansıtma şansı tanısa da Matthew ve
ailesinin neler yaşadığını hiç aklımdan çıkaramıyorum.
Son dönemlerde gerçekleşen Lawrence
King ve Simmie Williams Jr. cinayetleri o hayal kırıklığı
hissini tekrar yaşamama ve bu kişilerin hayatlarının neye benzediğine,
ailelerinin ve arkadaşlarının şu an neler hissetmesi gerektiğine, bu olayların
yan etkilerinin neler olacağına dair düşünmeme sebep oldu.
Gerçek şu ki toplumumuz nefret suçlarına
dikkat çekme konusunda daha iyi bir noktaya ulaşmış durumda ki nadiren olması
gerektiği şekilde hakkını vererek ele alsa da medyanın olaylara yer vermesi de
söz konusu.
Mathew cinayetinin neden çok fazla dikkat
çektiği biraz karmaşık bir soru olsa da ilginç olan, bu olaydan dolayı belli
bir mesafe kat etmiş olmamız.
1999 GLAAD Ödül töreninde ilk defa
karşılaştığımızda Matthew’un annesi Judy Shepard
“Bu tür
olaylar bu kadar yaygınken neden Matthew’ın cinayete kurban gitmesi bu kadar
çok dikkat çekti?” diye sormuştu.
O zamanlar Judy, LGBTT kimseler için yaşam
boyu süren bir haçlı seferine dönüşmüş olan şeyin ilk aşamasındaydı. Oğlunun
cinayetiyle ilgili GLAAD’ın yaptığı şeylerden, özellikle de medyada yer
almasından dolayı bize teşekkür ettikten sonra LGBTT topluluklarıyla ilgili çok
az şey bildiğini söyledi ve ardından da çok sayıda akıllıca soru sıraladı.
Matthew öteki değil, bizden birisiydi
Oğlunun olayının neden özel olduğuna dair
olan bu soru benim için en zor olan soru olsa da elimden gelen en iyi cevabı
vermeye çalıştım. Bana göre Matthew, medyanın –ve bizim topluluğumuzun
– tehditkarlıktan uzak, hatta kırılgan bulduğu, etkileyici fakat aşırı cinsel
nitelik taşımayan “altın çocuk” arketipiydi.
Cinsiyet değiştirme unsurunu içeren birçok
nefret suçu kurbanının aksine Matthew, “öteki” değil, bizden birisiydi.
Judy ve Matthew’un babası Dennis, Shepard’ın medyaca ikonlaştırılmış ama
aslında kusursuz olmayan genç bir çocuk olduğunu kabul eden ilk kişilerdi. İnanılmaz sayıda yanlış bilgi etrafta
dolaştı ama günün sonunda çok azımız ölümünün ne kadar barbarca da olsa yaygın
bir vaka olduğundan bahsediyorduk. O zamanlar çarmıha germeyle kıyaslanan bu
cinayetin o gereksiz şiddeti, barbarlığı ve doğası bu olayın eşcinsellere karşı
işlenen diğer nefret suçları arasından sıyrılmasına yol açmıştı.
Bunu da söyledikten sonra umarım hala kendimize bazı zor soruları
yöneltebiliriz.
Neden binlerce insan başka hiç kimse için
değil de Matthew için sokaklara döküldü? Bu, “ortalama” liderlerimizin nihayet
kendilerine benzeyen bir kurban gördüğü anlamına mı geliyordu? Kendi
toplumlarında bu tür nefret suçlarına tanıklık eden farklı ırklara mensup
insanların, transseksüellerin ve diğerlerinin bu tür bir ilgi toplayamamanın
acısını hissettiğini inkar etmenin bir anlamı yok.
Neyse ki Matthew’un ailesi o dönemdeki
eğitim potansiyelini keşfetti ve şu an hayatlarını topluluğumuzun güvenliği ve
eşitliği için çalışmaya adamış durumdalar.
Oğlunun ardından "konuşan" bir anne
Judy Shepard ülke çapında üniversitelerde
bir milyondan fazla öğrenciye ve diğer insanlara konuşma yaptı, nefret suçları
kongresinden önce tanıklık yaptı ve LGBTT kimselerin hakları ve federal nefret
suçları kanunları altında korunan kategorilere cinsel yönelim ve cinsel kimlik
kavramlarını da eklemek üzere çalışan Matthew Shepard Hareketi’nin ilerleyişi
için yorulmaksızın çalıştı.
Matthew’un ailesi tarafından kurulan vakıf
bir süre önce, her tür insanın yüzleştiği şiddet ve önyargının kaynaklarına
ışık tutmayı ve nefretin yerine “anlayış, şefkat ve kabul edişi” yerleştirmeyi
amaçlayan bir kampanya başlattığını ilan etti (Dikkat edin, amaçları “tolerans”
değil, ki hem Judy hem de ben bu kelimeden hoşlanmıyoruz). Ana odak noktaları
gençler ve Matthew’s Place adı verilen internet siteleri gençler için olduğu
kadar kaynaklar için de güvenli bir yer.
Ekim’de Matthew’un ölümünün 10. yılını yâd
ederken umarım salgın halinde toplumumuza karşı işlenen nefret suçlarını sona
erdirebilmek için hala yapmamız gereken şeyleri yapıcı bir şekilde
yansıtabilir, Judy ve Dennis gibi bize destek olan kimselerle iletişime
geçebilir ve içinde herkesin gururlu ve güvenli hissedeceği bir kültür
yaratabilmek için ihtiyacımız olan medya desteğini ve kanunları elde
edebiliriz.
Bu sorun kesinlikle ortadan kalkmış değil.
Bir süre önce Sean Kennedy’nin katili sadece üç yıllık bir hapis cezası aldı ve
bu da bölge savcılarının bu tür suçları cezalandırırken agresif bir tutum
sergilememe eğilimini tekrar gündeme getirdi. Kurban transseksüel olduğunda ise
durum çok daha vahim çünkü polis en iyi ihtimalle daha az önemsiyor, ya da daha
da kötüsü korkunç derecede hissiz/aldırmaz bir tutum sergiliyor.
|
Cinayeti İşleyen Zanlılar |
Obama'nın vaadi
Barack Obama’nın internet sitesinde nefret suçları
kanunlarının kapsamını genişletmek üzerine bir bölüm var. Şöyle deniliyor:
“Obama federal nefret suçları kanunlarını güçlendirecek, nefret suçlarına karşı
koruma kapsamını genişletecek ve Adalet Bakanlığı Ceza Departmanı’ndaki
uygulamaları yeniden canlandıracak.”
1998 ve 2008’in önemini zihnimizde
tarttığımız zaman Matthew’un hayatını politika ve aktivizme adamış olduğunu
hatırlamak gerekir. Bu çabanın nereye varacağını tahmin etmek imkansız olsa da
ölümüyle Amerika için nefretin gücü ve anlayış, şefkat ve kabul etme ihtiyacı
konularında bir ders konusuna dönüştüğü bir gerçektir. (CR/BÇ)
* Bu yazıyı Kaos GL için Vahap
Karakuş çevirdi.
Nefret ve homofobi her yerde. Adaletin ve polisin tutumu her yer de aynı maalesef. Bizde öyle. Oysaki "yaratılanı severim yaratandan ötürü" düsturu bizim topraklardan çıkmamışmıydı. Neden karşımızdaki sadece bir insan olarak sevmiyoruz ki...