Bu site yetişkinlere yönelik bilgiler içermektedir. 18 yaşından küçükler için uygun değildir.

Erkeklik ve Eşcinsellik


George L. Mosse
Derleyen ve Çeviren: Emil


Erkeklik; gerek burjuva toplumunun gerekse ulusal ideolojilerin kendilerini tanımlarken dayandıkları bir kavramdı. 18. yüzyılda ortaya çıkan, 19. yüzyılda etkisi, gücü artan ahlâk ve görgü kurallarının yanında, modernleşmenin tehlikelerine karşı mevcut düzeni korumakta kullanılan bir kavram. Bunların yanında erkeklik ulusların maddi manevi yaşam güçlerini de simgeliyordu. Ulusların erkek kahramanları vardı da, kadın kahramanları yok muydu? Elbette ki vardı ancak onlar erkekler gibi canlı, hareketli olarak değil sakin ağırbaşlı olarak gösteriliyorlardı. Kadınlar ilerlemeyi değil değişmez değerleri temsil ediyorlardı. Erkekler ulusların kaderlerini belirlerken kadınlar arkada kalıp onlara destek çıkıyorlardı.

Avrupa’da ideal erkeğin somutlaşmış tasvirini eski Yunan heykellerinde buluyoruz. Kadın tasvirleri ise geleneksel Meryem Ana resimlerine göre biçimlendiriliyorlardı. Erkeklik değişen bir dünyada soylu şövalye ruhunu, erdemlilik ve diğer bazı davranışları için kaynak olarak kullanılmakla birlikte yeniçağda ortaya çıkan bir burjuva kavramıydı. Fransız Devrimi Savaşları sırasında, İngiltere, Fransa ve Almanya’da toplumun orta katmanlarından gelen çok sayıda gönüllü, erkekliklerini kanıtlamak için savaşa koşmuşlardı. Bu benzeri görülmedik gelişme erkeklik idealine iktidarı ele almakta olan burjuvanın kendi tasvirinde önemli bir yer sağladı. Bu dönemde, Alman bağımsızlık savaşlarının şairleri erkekliği övüyor, erkekliğin gücünü, egemenliğini, gaddarlığını vurguluyorlardı.

Erkeklik, burjuva toplumu için yalnızca ekonomide değil, toplumsal ve cinsel yaşamda da zorunlu olan işbölümünü destekliyordu. Erkeğin ve kadının rolü net bir şekilde ayrılmalıydı, çocuklar ise kendilerine özgü bir yere konulmalıydı. Aile içinde iş bölümünün, erkek ile kadın arasındaki ayrımın modern çağda zorunlu olduğu sürekli yineleniyordu. Dr. Albert Boll, kadın hakları hareketlerine sempati duymasına rağmen, kadının erkekleşmesinden, erkeğin kadınlaşmasından şikayet ediyor, eğer kültürün zenginleşmesi isteniyorsa cinsiyet ayrımının sürdürülmesi gerektiğini söylüyordu. Erkek-kadın ikiliğinin tehlikeli olduğunu görmek seksologların en hoşgörülüsü olan Havelock Ellis’i dehşete düşürüyordu.

Burjuva davranış normlarını eleştirenler ya da erkek ve kadın için çizilen etkinlik sınırlarını çiğneyenlerin anormal, toplum için tehdit oldukları sonucuna varılıyordu. Alışılmış suçlular, cinsel sapık diye adlandırılan insanlar, yabancılar (birçok Alman için Fransız erkekleri az erkektirler) ve cinsel rolleri birbirine karıştırmakla suçlanan Yahudiler bu gruba giriyorlardı.

Cinsel sapkınlık, orta sınıf için alt sınıfların huzursuzluğu kadar, aristokratların kibirliliğinden ise çok daha fazla tehdit oluşturuyordu. Eşcinsellik bu konuda özellikle yararlı bir örnek. Eşcinsellerin yalnızca cinsiyetlerin karışmasını değil, cinsel aşırılığı da simgelediği düşünülüyordu. 19. yüzyılın başında eşcinsellik her çeşit ayaklanma ile ilintilendiriliyordu. İngiltere’de, Fransız Devrimi Savaşları sırasında eşcinseller düşmana yardım etmekle suçlanıyorlardı.



Almanya ve İngiltere’de ahlaki değerleri belirleyen Protestanlığa karşın Katolik kilisesinin cinsel sapkınlıklara yönelik değişen tutumunu incelemek aydınlatıcı olacaktır. Katolik tanrıbilimi erkekliğin böylesine önem kazanmasından önce normal ile anormal arasında değişmez bir çizgi çekmemişti. Eşcinsellik, tanrısal düzene, dolayısıyla da doğaya karşı işlenen bir suç olarak görülüyordu. Eşcinsellik tanrının öfkesine ve gazabına, ayaklanmalara, devrimlere neden oluyordu. Lut peygamberin kenti, kentteki bazı insanların bu sapıkça ahlaksızlığından ötürü tanrının öfkesi ile yok olmuştur. Homoseksüel terimi tıp bilimince bulunmuş, daha önce erkekler arası ilişkiler için kullanılan sodomite’nin yerini 19. yüzyılın ikinci yarısında yavaş yavaş almıştı. Katolik tanrıbilimcileri ise hala eşcinselliğin biyolojik yönü üzerinde duruyorlardı. Onlar için önemli olan eşcinsellerin yatakta heteroseksüel ilişkilerdeki pozisyonları alıp almadıkları, kimin hangi pozisyonda olduğu (kadının pozisyonunu alan erkek, diğer erkeğe göre çok daha sert cezalandırılıyordu) ve de cinsel birleşmenin olup olmadığıydı. Katolikliğin günahları sınıflandırması, eşcinsellik gibi hor görülen sözde sapıkça ahlaksızlık için bile geçerli oluyordu. İki erkeğin sevişmesi eğer birleşmeyle bitirilmemiş ise, erkek dölünü boş yere harcayan mastürbasyondan daha ölümcül bir günah olabiliyordu. 

19. yüzyılın ilerleyen yıllarında toplumsal bir sorun diye eşcinselliğe en fazla dikkati çekenler doktorlar olmuştu, bir ölçüde de normalliğin korunmasında papazların yerini almışlardı. 19. yüzyılın sonuna doğru Proust’ın eşcinsel karakterlerinden biri durumu özetliyordu: “Beni dinleyen rahip söyleyecek hiçbir şey bulamadı, doktorum ise akıl hastası olduğumu söyledi.” 

Eşcinselliğin tıp bilimince çözümlenmesi, normal ile anormal cinsellik arasında kesin bir çizgi çekilmesini kolaylaştırdı. Sodomiye karşı yasaların uygulanmasına adli tıp, yargıç ve jüriye eşcinsellerin tanınmasında kullanılmak için bir örnek tip vererek yardımcı oldu. 

19. yüzyılın başında Aydınlanma düşünüşü eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılmasını desteklemiştir. 1810 Napolyon yasaları yalnızca çocuklara tecavüz ve ırza geçmeyi cezalandırıyordu. Ancak yüzyılın sonuna doğru yasalar tekrar sertleştirildi. Devrim sonrasında Napolyon tarafından çıkartılan yasalar İngiltere’ye hiç etki etmemişti, eşcinseller için ölüm cezası İngiltere’de ancak 1861’de, İskoçya’da ise 1889’da kaldırdı. Prusya’da eşcinsellik için ölüm cezası 1851’de kalktı, yerine hapis cezası ve yurttaşlık haklarının alınması getirildi. Bu Prusya yasası 1871’de Almanya’nın birleşmesinin ardından yeni ceza kanununun 175. paragrafı olarak Reich’ın yasası oldu. İngiltere’de ölüm cezasının kalkmasının 1885 Ceza Kanunu değişikliği izledi, buna göre gizli ya da açıkta yapılan tüm eşcinsel edimler cezalandırılıyordu. Bu tür edimler “berbat ahlaksızlıklar” olarak adlandırılıyordu ve yargıçların bu konuda geniş bir karar özgürlüğü vardı. Eşcinsellik hakkındaki yasaların sertleştirilmesinin haklılığı Prusya’da dinsel, İngiltere’de ise laik düzlemlerde savunuldu. Tıp biliminin eşcinsellerin cezalandırılmasını onaylamamasına rağmen, halkın adalet duygusu bunu talep ediyordu.
Doktor Johann Valentin Müller 1796’da yazdığı The Outline of Forensic Medicine adlı kitabında egemen cinsellik anlayışına uymayanlara karşı tıp biliminin tutumundan örnekler veriyordu. Müller değişik türdeki eşcinsellikler arasında ayrım yapmayı, bazı türlerin diğerlerinden daha az iğrenç olduğunu reddediyordu. Ona göre ahlaksızlığın asıl yapıldığı ya da bitirildiği önemli değildi, dikkat edilmesi gereken bunun kişisel, kamusal sonuçlarıydı. O dönemde eşcinsellik üzerine yazan çoğu doktor gibi Müller de sapkınların teşhisi için mahkemelere yardım edilmesine karşıydı. Eşcinsellik hakkındaki yazılarda daha sonra standart olacak yaklaşım Müller’e aitti. Kitabında önce eşcinselliğin varsayılan psikolojik nedenlerinden, sonra da gözlenebilecek belirtilerinden bahsediyordu. Dış görünüşün her zaman yapılan ahlaksızlığı ele verdiğini düşünüyordu. Kişiyi belli eden özellikler arasında kızarmış gözler, zayıflık, bunalım nöbetleri ve dış görünüşe özen göstermemek vardı, bu liste de uzadıkça uzuyordu. Müller tüm cinsel sapkınlıkları ilintilendirmeyi denedi. Örneğin, mastürbasyonun eşcinselliğe neden olduğunu öne sürüyordu. Sodomi ve mastürbasyon iktidarsızlığa dolayısıyla da nüfus azalmasına neden oluyordu. Bu tür ahlaksızlıkları yapan erkek ve kadınlar, ya ahlak duygusundan ya da yurttaşlık sorumluluğundan yoksundular. Bu insanların bedenleri gevşek ve güçsüz olurdu.

O Gay; Ben de... Blog Yazarı

2 yorum:

  1. o gay sende ansiklopedi diyesim geldi :) ama yinede aydinlandik ailecek devamlarini bekleriz :D

    YanıtlaSil

Yaz yaz için de kalmasın